Math Science Chemistry Economics Biology News Search
Ötanazi; yunanca eu iyi, güzel ve thanatos, ölüm sözcüklerinin bilesmesinden olusmus bir kavramdir. Hastayi aci ve izdirapdan kurtardigi için insancil bir uygulama olarak nitelendirilen ötanazi, agrinin dindirilmesi için kullanilan ilaçlarla ölümün kolaylastirilmasi, iyilesmesi mümkün olmayan hastalarda ilaç yardimiyla bilinçli olarak ölüme yol açma anlamini tasimaktadir. Günümüzde ötanazi taleplerinin giderek artmasinin nedeni; yasam kosullarinin iyilestirilmesiyle birlikte uzayan insan ömrü, tip bilimindeki gelismeler sonucunda bitkisel hayattaki insanlarin bile yasatilabilmesi olarak gösterilebilir. Antik Yunan’da özellikle asillerin yasli veya bir hasta beden içinde görünmenin alçaltici bir durum oldugunu düsünerek ölmek istemesi, Altay Türklerinde iyilesmesi mümkün olmayan hastaliga yakalanan kisilerin öldürülmesi, Danimarkali savasçilarin yaslanmayi, savasma yetenegini kaybetmeyi, onursuz bir durum olarak görüp yasamlarina son vermeleri, Eskimolarin, yaslilari buzullar arasinda ölüme terk etmeleri ya da eskiden Japonlarin yasli annelerini karli bir ormanda birakmalari gibi uygulamalarin geleneksel anlamda ötanazi sayildigi bilinmektedir. Ancak ötanazi, bakimsizlik nedeniyle ölmek isteyenlerin belirli bir deger yargisini gerçeklestirmek için yasamlarina son verenlerin ya da nüfus dengesini korumak adina toplum bireylerinin basvurdugu bir yöntem degildir. Tibbi anlamda ötanaziden bahsedebilmek için dayanilmaz acilar çektigi saptanabilen ve fiziksel durumu ya da hastaligi nedeniyle insani olanaklarini gerçeklestiremeyecek bir kisinin varligi gereklidir.
Genel olarak bütün dinlerin ötanazi uygulamalarina olumsuz baktigi bilinen bir hakikattir. Musevilige göre, Tanri tarafindan bahsedilen hayat yine Tanri tarafindan, Tanri’nin diledigi anda kisiden alinacaktir. Bu nedenle kisinin kendi hayatini veya bir baskasinin hayatini almasi mesru degildir. Hatta toplumsal yarari kalmamis insanlarin, agir bozukluklarla dogmus bebeklerin aktif olarak öldürülmesi veya bakimsizlik nedeniyle ölüme terk edilmesi de yasaklanmistir. Hiristiyanligin dogusundan itibaren, kisinin kendi canina veya baskalarinin canina kiymasi kesinlikle yasaktir. Nitekim Augustinos intihari yogun bir biçimde elestirmis ve onu on emirden altincisi olan öldürmeyeceksin emrine karsi bir hareket olarak görmüstür. Islamiyet’e göre de insanin kendi cani üzerinde karar verebilme hakki yoktur. Bu nedenle Islam dininde hem intihar hem de ötanazi benzeri uygulamalar hatta insanlarin Allah’tan ölümü dilemesi bile yasaklanmistir. Çünkü Islamiyet’e göre, kisilerin bu dünyada hastalik ve çesitli nedenlerle çekebilecegi acilar öte dünyada çekilebilecek aci ve izdiraplari azaltacaktir. Budizm’e göre de tedavi edilemeyecek derecede hasta kisilerin ölümünü hizlandiracak sekilde davranmak yasaklanmistir. Bir rahip ölümün avantajlarindan veya hayatin sefaletlerine kiyasla ölüm sonrasi yasamin iyiliginden intihari özendirecek sekilde bahsederse aforoz edilebilir.
Bir felsefe sorunu olarak ötanazi, bir kisinin yasaminin karsilikli olarak anlasmayla sona erdirilmesi sorunudur. Nasil ölmek isterdiniz? sorusuna insanlarin çogunun agrisiz diye yanit verdigini biliyoruz. Insanlarin agrisiz ve kolay ölüme olan egilimleri hastalik onulmaz agrilara neden oldugunda ya da saglik kosullari yasamaya elvermediginde ortaya çikar. Bu, gururuyla yasama olanagi olmadigi zaman onuru ile ölmektir. Ölüm bu dünyada yasayan her insan için hayatin en büyük sirridir. Bu nedenle insanlarin çogu için ölümün kesin bir son olmasi zor kabul edilebilen bir olgudur. Dinsel ve geleneksel inançlar ölümü asil öze geri dönüs, öte dünyaya açilan bir kapi , lahi planin bir parçasi olarak görür ve ölüme çesitli metafizik anlamlar yükler. Anadolu geleneklerine göre ölen kisi kendisi için hazirlanan mezara sag kolu üzerine hafif egik bir biçimde defnedilir. Ölen kisinin basinin altina gelecek biçimde küçük bir çukur açilir, çukurun içine de sapitma tasi olarak adlandirilan bir tas konulur. Gelenege göre kisi öldügünü basi sapitma tasina degdigi anda anlar. Ancak geleneksel ve dinsel yaklasimlarin dile getirdigi bu tür açiklamalardan ve günlük kullanimlardan hareketle ölümün ne oldugunun belirlenebilmesi olanaksizdir. Insan, diger canlilardan farkli olarak ölüm hakkinda bilgiler edinebiliyor. Ancak onun bildigi, ölümün ne oldugu ya da neye benzedigi degildir. Insan yalnizca bir gün öleceginin bilgisine sahiptir. Böyle bir bilgi ile o, gerek kendi ölümü gerekse baskalarinin ölümüyle ilgili olarak çesitli hazirliklar yapabiliyor. Ölüm olgusunun tipta dolasim ve solunum fonksiyonlarinin geri dönümsüz olarak durmasi ve beyin fonksiyonlarinin beyin sapini da içine alacak sekilde durdugunun tam olarak saptanmasi durumunda ortaya çiktigi bilinmektedir. Beynin islevlerinin beyin sapini da içine alacak biçimde yitirilmesini ölüm ani olarak belirleyen tip için sefalik reflekslerinin kaybi beyin kan akiminin durdugunun serebral angiografi ile saptanmasi, düz izoelektrik EEG (Elektroencephalogram) gibi nesnel ölçütler, beyin ölümü tanisini belirleyen ölçütlerdendir.
Ancak yine de biyolojik ölüm ile ilgili dile getirilen bu türden tibbi kriterlere her geçen gün bir yenisinin eklendigi söylenebilir. Tipta organ ve doku naklinin yayginlasmasi insanda ölümü belirleyen ölçütlerin yeniden gözden geçirilmesini gündeme getirmistir. Bu ise ölümü anlama çabasinda olan insani biyolojik ölümün farkli görünümleriyle karsi karsiya birakiyor.
Biyolojik anlaminin disinda felsefece bakildiginda ölüm olgusunun insanin bütünlügü ve yasami ile baglanti içinde degerlendirilmesi gerekliligi görülebilir. Insan yasami insanin tür olarak sahip oldugu olanaklarla belirli bir anlam tasir.
Çünkü insan yasamina ayrilmazcasina bagli olan degerler, insanin sahip oldugu olanaklar yasamin oldugu her yerde degil yalnizca insan yasaminda söz konusudur. Insanin ölme biçimi de onun yasamini anlamli kilacak ögelerden yalnizca biridir. Bu nedenle, ölüm olgusunun felsefi açidan ele alinip irdelenmesi kisi kavramiyla baglanti kurmayi da gerektiriyor. Çünkü ölüm bir yandan kisinin basina gelendir. Öte yandan ölümü gerçeklestiren ister hekim isterse bir baskasi olsun bir kisidir. Kisi de kendi yasaminin oldugu kadar ölümünün de onurlusunu düsürebilme olanagina sahip bir varliktir. Tip ve hukuk söz konusu oldugunda, ötanazinin yalnizca hekim - hasta iliskisinde geçerli bir olguya indirgendigi söylenebilir. Hekim - hasta iliskisinde ortaya çikan ötanaziyi, ötanazinin yalnizca bir türü olarak görmek gerekir. Hekim tarafindan gerçeklestirilen bir eylem biçimi olarak ötanazinin amaci hastalik nedeniyle çekilebilecek aci ve izdiraplara son verilmesini saglamadir.
Böyle bir durumda yasamina son verilen kisinin aci ve izdirabin dindirilmesi maksadiyla araç olarak kullanilmasi bir yana yine de bir kisinin bir baska kisinin yasamina son vermesi eylemi durumlarin tekligi göz önüne alindiginda kisi ya da kisilerin deger korumayi amaç edinen eylemleri olarak da görülebilir. Böyle bir görme olanagi ve kosullarinin ortaya konulmasi; ötanazi, intihar ve cinayet kavramlari arasinda ayrim yapma zorunlulugunu ortaya çikarir. Çünkü gerek ötanazi gerek cinayet gerekse intihar insan için ölme biçimleridir. Baskasini öldürme eylemi olarak cinayet; yasamini sürdürme olanagi olan bir kisinin baska bir kisi tarafindan öldürülmesidir. Kasdi olsun ya da olmasin cinayetin genel olarak bütün toplumlarda yasaklandigi ve hukuki olarak derecesi farkli olmakla birlikte suç kapsaminda degerlendirildigi bilinmektedir. Kendini öldürme eylemi olarak intihar; kisinin kendisiyle ilgisinde ortaya çikan kaygi, bunalim ya da sorunlara son vermek amaciyla gerçeklestirdigi bir eylemdir.
Toplumsal baglarin gevsek oldugu durumlarda bireyin hissettigi yalnizlik, toplumla asiri biçimde bütünlesme, toplumda yasanan ekonomik ve siyasal bunalimlar intiharin toplumsal nedenleridir. Sarhosluk, irk, soyaçekim, psiko - organik durum, iklim, isi, fiziksel çevre, birini kaybetme korkusu, suçluluk duygusu, fiziksel agri, kronik hastaliklar, umutsuzluk ise intiharin toplumsal olmayan nedenleri olarak siralanabilir. Cografi, psikolojik, etnik, sosyal sinif ve mesleki faktörler yaninda din, yas ve cinsiyet faktörü de intihar oranini belirleyen etkenlerdendir. Toplumlarin ya da bireylerin intihara bakislari farklidir. Kimi toplum ya da bireyler intihari yüceltirken örnegin; Japonya’da geleneksel inançlarca hara - kiri ‘nin (karin kesme) onurlu bir davranis olarak görülüp benimsenmesi gibi. Bazi toplumlar intihar edenin cesedini bile cezalandirmaktadir. Genel olarak tek Tanrili dinleri benimsemis bütün toplumlarda intihar eden kisinin cehenneme gidecegi ve azap çekecegine inanilir. Islamligi benimsemis toplumlarda ölenin intihar ettigi biliniyorsa cenaze namazi kilinmaz. Ölüm yalnizca biyolojik bir olay degil, kisi - kisi iliskisinde etik degerlendirmeleri de içeren felsefi bir olgudur. Bu açidan bakildiginda onurlu ya da iyi ölümün insan için gerçeklestirilebilecek bir olanak oldugu söylenebilir. Kisinin insani olanaklarini gerçeklestirilemeyecek duruma gelmesi ya da onun biyolojik ve fizyolojik durumunun bu olanaklari gerçeklestirmesine engel olmasi ö l ü m ani olarak belirlenebilir. Bu baglamda ö t a n a z i kisinin kendi istemesi ile bir baska kisi tarafindan, insanin degerini korumak adina, o kisinin yasamina son verilmesi eylemidir denilebilir.
Ancak yasamina son verilmesini isteyen kisinin böyle bir istemi dile getirirken insanin degerini korumaya yönelik bir ilkeyi zedelememis olmasi gerekir. Kisinin yasamina son verme gibi bir eylemin insanin degerini koruyabilen bir eylem olmasi istendiginde bu eylemi gerçeklestirecek kisinin kendisini, karsisindaki kisiyi ve kisinin içinde bulundugu durumu dogru degerlendirmesinin gerekli ama yine de yeterli olmayan bir kosul oldugu söylenebilir. Böyle bir durumda iliskinin her iki ucunda bulunan kisilerin istemelerinin nasil bir isteme olduguna ve içinde bulunduklari duruma bakilmasi gerekmektedir. Çesitli deger sorunlariyla hesaplasmis insanin degerini diger varliklarla ilgisi bakimindan özel durumunu insana özgü fenomenlerin ve kisi degerlerinin bilgisini edinebilmis bir kisinin baska bir kisiyle kurdugu ve karsilikli güven in yasandigi bir durumda ötanazinin olanagindan söz edilebilir ve böylece kisi ya da kisilerin insanin degerini korumak adina yasama son verme eylemini gerçeklestirip gerçeklestiremeyecegi sorusu tartismaya açik bir biçimde yanitlanabilir. Kendi yasaminin yasamaya deger bir yasam olmadigi inancini tasiyan kisi de içinde bulundugu durumda, istedigini bir nedene dayandirmalidir. Yasaminin sona erdirilmesini isteme, ancak bu sekilde bir arzu ya da hayal olmaktan çikip halis bir isteme, real ve olasi olanla baglar kurabilen bir isteme olabilir. Bu, kisi açisindan ayni zamanda kendi durumu ile insanin degeri ve olanaklari arasindaki ilginin görülebilme yolunun açilmasi anlamina gelebilir.
Ötanazi teriminin tipla özdeslestirilmis anlami, hekimin ölümcül durumda olan ve yogun aci çekip ölümü dileyen hastasinin yasamini acisiz bir sekilde sonlandirmasidir.
Hastanin yasatilmasi konusunda özel bir sorumlulugu olan hekimin hastalari koruma ve onlar için yapilabilecek her seyi yapma görevi de vardir. Ancak hekim açisindan iyilesmesi mümkün olmayan hasta için sarf edilebilecek tedavi olanaklari iyilesmesi mümkün olabilecek baska bir hasta için kullanildiginda daha yararli görülebilir. Oysa hasta, hekimin karsisinda yalnizca muayene ve tedavi edilecek bir nesne olmadigi gibi hekimde yalnizca muayene ve tedavi eden bir bilirkisi degildir. Meslek etiklerinin çogunda yapildigi gibi tip etiginde de genel kabul gören bazi meslek ilke ve normlari kullanilarak karsilasilan tek tek problemleri çözme girisimi vardir. Örnegin; Hipokrat Yemini’ni bir temel ilkeler bütünü olarak kabul edip organ nakli, kürtaj ve ötanazi gibi problemleri bu ilke isiginda çözme çabalarinda oldugu gibi. Hekimin eylemi söz konusu ilke ya da normlardan hareketle degerlendirilir ve eylemin etik bir eylem olup olmadigina iliskin bir karara varilir. Hipokrat yemininde ötanazi yasaginin yer almasi nedeniyle hekimin ötanazi uygulayamayacagi sikça savunulan bir savdir.
Benden talep edilse dahi hiç kimseye ne öldürücü ilaç verecegim ne de öldürücü bir etkiye neden olacak bir sey tavsiye edecegim. biçiminde dile getirilen Hipokrat Yemini’nin ortaya çiktigi dönem olan Antikçag’da ameliyat, kürtaj gibi uygulamalarin yeminde dile getirenlerin aksine uygulandigi bilinmektedir. Ötanazi terimi, kisinin istemesine bagli olup olmamasi veya ötanazide uygulanan yöntemlere göre çesitli ayrimlara tabi tutulmaktadir. Hasta açisindan bakildiginda gönüllü ve gönüllü olmayan ötanaziden, hekim açisindan bakildiginda ise pasif ve aktif ötanazi uygulamalarindan söz edilebilir. Hastanin iradesinin açik bir sekilde ötanazi uygulamasi yönünde oldugu durumlarda uygulanabilecek ötanazi, gönüllü ötanazidir.
Hastanin bu konuda iradesinin hasta tarafindan dile getirilemedigi, hastaligin hastanin bilincini kaybetmesine neden oldugu koma, bitkisel yasam gibi durumlarda uygulanabilecek ötanazi türü ise gönüllü olmayan ötanazidir. Kisinin ötanazi uygulamasina açikça karsi çiktigi kendi hastaligi ile ilgili rizasi alinabilecek durumda iken kendisine sorulmamis veya riza göstermeyip yasamaya devam etmek istemesi halinde uygulanabilecek yasami sona erdirme eyleminin de yaygin bir biçimde gönülsüz ötanazi olarak degerlendirildigi gözlemlenmistir. Ancak böyle bir eylemin hangi açidan ötanazi olarak degerlendirebilecegi tartismaya açiktir. Iradesini ötanazinin uygulanmamasi yönünde ortaya koyan kisinin yasamina son verilmesi eyleminin günümüzde irkçilikla iliskilendirilerek politik cinayet kapsaminda ele alindigi görülmektedir.
Bu ayni zamanda ötanazinin yasallastirilmasina sosyal risk tasidigi gerekçesiyle karsi çikan görüsün de hareket noktasidir.
Pasif ötanazi, genel anlamda hastanin bir müddet daha yasatilmasini saglayan yasam destekleyici tedaviyi sunmayarak veya yasam destekleyici tedaviyi sona erdirerek ölümü hizlandirmak olarak kabul edilmektedir.
Aktif ötanazi ise ani ölüme neden olan ölümcül dozda ilaci enjekte etmek olarak görülmektedir.
Kisi eylemlerini hukuksal bir baglamda genel bir kategori içine sokarak suç kapsaminda degerlendirme egilimi ötanazide de karsimiza çikan bir durumdur. Günümüzde ötanazi eylemini cinayet kapsaminda degerlendiren ve bu suçu kasten adam öldürmeyle bir tutan yasalar yaninda, ötanaziyi ayri ve bagimsiz bir suç olarak görüp onu kasten adam öldürme eylemi olarak adlandirmayan ancak yine de belirli bir oranda da olsa cezai yaptirim öngören hukuksal düzenlemeler de bulunmaktadir. Ötanazi, bugün hukuk alaninda kisinin kendi bedeni ve yasami üzerinde söz sahibi olmasi çerçevesinde bazi ülkelerde yasallastirilmistir. Ancak böyle bir yasallastirmanin beraberinde birçok problemi de ortaya çikardigi söylenebilir. Insanin yasaminin sona erdirilmesi gibi bir eylemi hukuken mesru kilmadan onu kabul ya da reddetmeden önce üzerinde çok ayrintili olarak düsünmek ve tartismak gerekmektedir. Gönüllü ötanazi A B D’ de sadece pasif sekliyle, Hollanda’da ise hem aktif hem de pasif sekliyle hukuka uygun görülebilmektedir. Ancak ABD’de gönüllü aktif ötanazi ceza yasalari açisindan cinayet olarak degerlendirilmektedir. ABD’nin Oregon eyaletinde ötanazi için düzenlenmis yasa, ölümcül hastalar için uygulanabilecek eylemi degil, hekim yardimli intihari suç olmaktan çikarmaktadir. Hollanda ceza yasasina göre magdurun açik rizasi olmasina ragmen bir kisinin yasamina son vermek suçtur. On iki yila kadar hapis cezasi ve bir miktar para cezasi gerektirir. Yine Hollanda Ceza Yasasi’na göre intihara tesvik, yardim veya intihar araçlarini temin eden kisi üç yila kadar hapis cezasi veya bir miktar para cezasina çarptirilir.
Ancak uygulamada ötanazi yapan hekimler, bazi sartlar altinda yargilama cezasindan muaf tutulabilmektedir. Kisi, zorlayici bir nedenin varligi durumunda suç islemeye mecbur kalmissa yaptigi eylem hukuka aykiri görülmemektedir. Yine Almanya ve Isviçre gibi ülkelerde uygulanmakta olan ceza yasalari da talep üzerine öldürmeyi ayri bir suç olarak degerlendirmektedir.
Avustralya’da gönüllü pasif ötanazi uygulamalarina olanak taniyan yasal düzenleme 1997 yilinda yürürlükten kaldirilmistir. Çin, Polonya, Romanya, Israil, Kolombiya, Danimarka ve Yunanistan… gibi birçok ülkede de ötanaziye iliskin bazi yasal düzenlemelerin yapilmaya çalisildigini gözlemlemekteyiz. Arjantin, Brezilya, Bulgaristan, Isveç, Macaristan, Italya, Belçika, Fransa, Kanada, Ingiltere, Japonya, Güney Afrika Cumhuriyeti… ve Türkiye gibi ülkelerde ise ötanazi ile ilgili herhangi bir yasal düzenleme yapilmamistir.
Böyle bir eylem niteligi ve ceza miktari farkli olmakla birlikte kasten adam öldürme suçu olarak degerlendirilir.
Sonuç olarak ötanazi uygulamalarinin yasallastirilmasi ile tartismalarin boyutu, kavramin tartisilmasindan çok uygulamanin nerede ve nasil yapilacagina yönelmistir. Ancak hukuk ölümü bir hukuki olay olarak kabullenir ve ona hukuki sonuçlar baglar.
Bu nedenle de ötanazinin basta ceza yasasi olmak üzere hukuk bilimi açisindan da dogurdugu ciddi sonuçlar bakimindan üzerinde dikkatlice durmayi gerektiren bir konu oldugu söylenebilir.
English